Osmanlı’da Hayvan Vakıfları

OSMANLI’DA HAYVAN VAKIFLARI

Durmuş Ali Ertaş

İnsan, muazzez bir varlıktır. Şelale misali çağlayıp akarken, kaynağı ile irtibatını kesmiş ve kupkuru bir çöle dönüşmüştür. En sonunda bir damla suya bile ihtiyaç duyar hale gelmiştir. Kendisinde içkin özünü, ruhunu ve gönlünü kaybetmiştir. Bir yağmur gelse de susuzluktan çatlayan sinelerimize merhem olsa diye ümit içerisinde yalvaran gözlerle bakmaktadır dört bir yana.

Osmanlı bugün itibariyle yeryüzünde aranan, özlenen ve beklenendir. İnsanlığa Asr-ı Saadet’ten sonra eşi ve benzeri olmayan bir medeniyet sunmuştur. Susuzluktan çatlayan sinelere merhem olmuş, gönül pınarlarını doldurup taşırmıştır.

Her medeniyetin kendine özgü, has, temel yapı taşları vardır. Bu temel yapı taşları o medeniyetin canlı ve cansız varlıklara nasıl bir yaklaşım içerisinde olduğunu gösterir. Osmanlı medeniyeti, İslam’ın ve Kur-an’ı Kerim’in hakikatine sığınarak, Hz. Muhammed’in (SAV) varlığa seslenişini anlamlandırarak iki temel yapıtaşı ortaya koymuştur.

  • Aşk
  • Edep

Bu iki temel yapıtaşına bakarak Osmanlı medeniyetini şöyle tanımlayabiliriz:

Kendine, aleme aşk ve edep ile bakmak...

Bu bakışı; Şeyh Galib’in beyitinde, Mimar Sinan’ın eserinde, medrese kapısında, bir evin tokmağında, padişahın başında bulunan süpürge çöpünden, pencere önünde duran çiçeğin rengine varıncaya kadar her şeyde görmek mümkündür.

Bu derece incelik sahibi olan bir medeniyet özlenmez mi?

Aşk ve Medeniyet

Alakasız ve birbirinden uzak görünen bu iki kelime aslında birbiriyle gayet anlamlı ve bütüncül bir ilişki içerisindedir.

Aşk denilince bugün maalesef sadece hormonal bir takım tepkimenin sonucunda ortaya çıkan, metabolik faaliyetler çerçevesinde izah edenler ve meseleyi bu derece sığ ve somut sananlar var. Oysa aşk bir medeniyet meselesidir. Örneğin, aklınıza aşk denilince Fuzuli’nin satır arasından şu seslenişi geliyorsa, medeniyet ile ilişki kurmuşsunuz demektir;

“Aşk imiş her ne var âlemde”

Çünkü bu söz yazıldığı günden bu güne bir birikim ile geliyor. Âleme, farklı bir nazar ile bakıyorsunuz. Özünüzü kavramanıza yardımcı oluyor, neye ve nereye bağlı olduğunuzu bildiriyor. Medeniyetin nasıl bir şekilde oluştuğunu görüyorsunuz. Size bir öğreti sunuyor. Bir değer katıyor.

Ne yaparsan yap aşk ile yap.

Edep ve Medeniyet

Edep, canlı ve cansız varlıklara hürmet edilmesi gerektiğini, etrafını bütüncül hale getirip tek bir kaynaktan geldiğini hissetmek ve ona göre davranmaktır. Edep ve medeniyet kelimelerini yan yana gördüğümde aklıma Yunus’un şu sözü gelir:

Yaratılanı severiz yaratandan ötürü.

Peki Yunus’un söyleminin medeniyetimizde somut delil olarak karşılığı var mıdır? Tabi ki vardır.

Vakıf, yaratılanı severiz yaratandan ötürü sözünün eyleme geçmiş halidir.

Osmanlı bir vakıf medeniyetidir. Sayısızca vakıf kurulmuş ve bu sayede cami, mescit ve medrese inşası, fakirlerin ve yolcuların korunması, hastane gibi sosyal hizmetler bu yolla sağlanmıştır.

1660’lı yıllarda İngiliz elçilik görevlisi Paul Ricaut “Fakir insanlar için kurulan aş evlerinde insanlardan başka kedi ve köpek gibi hayvanlar da doyurulduğu gibi, sırf kedi ve köpek gibi hayvanlar için özel vakıflar da kurmak âdetti. Bazı şehirlerde kediler için yapılmış binalar bulunuyordu. Gıdaları için vakıflar kurulmuş; kedilere hizmet için vekilharçlar ve uşaklar tahsis edilmiştir.’’

Kuş Evleri

Osmanlı döneminde ilk örnekleri 15. yüzyılda görülüp 19. yüzyıla kadar uzanmış ve bugün gıpta ile baktığımız mimari yapıtlardır. Bu evler; kuş köşkü, kuş sarayı gibi isimler ile de karşımıza çıkmaktadır.

Medrese, ev, saray gibi mimari yapıtlarda görülen kuş evleri genellikle camilerde görülmektedir. Bu evleri yuvası bilen kuşlar, burada yaşamlarını sürdürür, yavrularını besler, soğuk ve tehlikelere karşı burada korunurlarmış. Kuş evlerinin değişik bir özelliği ise mimari yapının güneş alan tarafına ve rüzgârın esmediği cepheye yapılmasıdır. Anlaşılacağı üzere her bir detay düşünülmüş.

IMG-20170324-WA0018

Naif bir gönlün örneği olan kuş evleri, dönemin medeniyetinin nasıl bir anlayış içinde olduğunu ve ulaştığı noktayı göstermektedir. Ama maalesef bizler bu nadide eserleri koruyamıyoruz, bırakalım korumayı kuşların geçtiği ve konduğu yerlere dikenli teller örmek bugün geleneklerimizden biri haline geldi. Nereden nereye…

Kuş evleri mimarisi farklı Dünya ülkeleri ustalarını da etkilemiştir. İtalya’da Sicilya evlerinde görülen bu mimari yapının maalesef gayesi farklıdır. İnsanlar kuş evlerini kuşların yavrularını almak ve etlerini yemeklerin içine katmak için kullanmaktadır.

 Sokak Hayvanlarına Ekmek Veren Vakıf

Hacı Mustafa Oğlu Vakfı Miladi 1778 yılında Rumeli Hisarı çevresinde kurulan, bizlere Osmanlı insanının kendinden başka canlıları önemsediği, değer verdiğini gösterir. İnsanlar, kendi aralarında kul hakkı diye bir şey var olduğunu bilirlerdi. Öte yandan hayvanların kendileri üzerinde hakkı olduğunu düşünürdü.

Fransız Şair Lamartine “Türkler kuşlara, köpeklere, velhâsıl Allah’ın yarattığı her şeye hürmet ederler; bizim memleketlerde başıboş bırakılan veya eziyet edilen bu zavallı hayvan cinslerinin hepsine şefkat ve merhametlerini teşmil ederler.” sözü edep ile inşa edilen medeniyetin göstergesidir.

Hayvanlara Mera Açan Vakıf

Kanuni Sultan Süleyman, Halep seferi için hazırlıklarını tamamlamak üzere Adana’ya uğrayacaktır. Bu haberi alan Piri Paşa, Cihan Padişahı için hazırlıklara başlar. Kanuni Sultan Süleyman şehre geldiğinde şehri gezer, yapılan hizmetleri denetler ve bu esnada Piri Paşa’nın Halil Bey Vakfı dikkatini çeker. Hayvanlar için açılan vakfı çok beğenen padişah, valisine teşekkür eder. Miladi 1538 yılında Adana’da kurulan bu vakıf öncelikli olarak binek ve besi hayvanlarına otlayabilecekleri meralar açmıştır. İlk gelir kaynağı olarak ise Piri Paşa’nın hayvanları hibe edilecektir. Farklı tohumlar ve şifalı bitkilerden çeşitli ürünler elde edilmesi de vakfın görevidir.

Halkın ve Yolcuların Hayvanlarını Sulayan Vakıf

Yavuz Sultan Selim Han’ın damadı Lütfi Paşa geniş arazilere sahip biridir ve bu arazileri için bir vakıf kurar. 1544 yılında Tire’de kurulan bu vakıf,  bu geniş mi geniş olan arazilere, çeşmeler ve su yalakları yaptırır. Vakfiyesinde ise şu ibare yazılıdır;

Tapu senedinde açıkça belirtilen arazilerin sınırları dahilinde çeşmeler yapıla ve bu çeşmelerin havuzlarından halk ve gelen geçen insanların hayvanları, kurtlar, kuşlar dilediğince yararlana…

Leylekleri Koruyan Vakıf

Osmanlı toplumu leyleklere; kutsal yerlerden geldiklerini hatırlatan “hacı baba, hacı leylek” gibi isimler vermiştir. Leyleklerin geçiş yolu üzerindeki şehirlere leyleklerin ihtiyaçları için, dönüşleri sırasında hastalanıp sürüye katılamamış olanlarının bakımları için vakıflar kurmuştur. Meselâ İstanbul Eyüp Sultan Câmii bahçesinde sürüsüne katılamayan sakat leyleklere bakan vakıf asırlarca hizmet vermiştir. Ayrıca göçmen kuşların yuvaları -her yıl aynı yerlere tünediklerinden- dokunulmayarak muhafaza edilmiştir.

Hayvan ve Tohum Islah Eden Vakıf

1321 yılında Sivas’ta kurulan bu vakıf sağlıklı keçi, koyun, inek gibi hayvanları koruma altına alıyor ve üremelerini sağlıyor. Böylece ıslah edilmiş oluyor ve sağlıklı bir şekilde nesillerinin devam etmesini sağlıyor. Osmanlı bu vakfın devamlılığını sağlayıp tohumları da koruma altına almış.

Kediler Camii

Şam’da Mescidül-Kıtat (Kediler Câmii) adında bir câmi aynı zamanda sokağa atılan kedi yavrularını himaye için kurulmuş bir vakıftır. Câmi cemaati, yüzlerce kedi yavrusunu vakıftan ciğer getirerek besler. Kediler burada uyur, gezer ve vakfın demirbaş konumundadır. Şaşılacak bir durum. İslam ve Türk düşmanı Guer’in bile anılarında, hayret içerisinde “Müslüman Türk’ün şefkati hayvanlara bile şâmildir. Bu hususta vakıflar ve ücretli şahıslar vardır.’’  demesi vakidir.

Sözün Özü

Osmanlı’nın kurduğu o kadim medeniyet, bir sonuçtur. İstediğimiz; medeniyetimizin arkasında olan ruhu, manayı kavramak ve kavratmaktır. Gönül iklimini solumadıkça yaptıkları bizler için bir anlam ifade etmez. Gönül iklimini solumadıkça önce kendimize sonra insanlığa yeni bir ufuk kapısı açamayız.

Kendine, âleme; aşk ve edep ile bakabilmek ümidiyle vesselam…

 

 

Yorum bırakın